3 Ekim 2015 Cumartesi

İstanbul'da

En son iki ay önce yazmışım. Epey vakit geçti. Evet, çok şey değişti. Çok şey oldu.

Kaldığım yerden anlatayım o zaman;

Ankara'dan İstanbul'a geldim. Neden geldiğimi yazmadım sanırım. İş görüşmesine geldim. Görüşmem 3 Ağustos'taydı. Bir önceki yazımda bahsettiğim mektubuma yanıt aldım ve sevgilim İstanbul'a geldi. Durumumuz hala kötüydü. Ama hala bir umut vardı içimde, beni affedebileceğine dair. 1 hafta Taksimde Tarlabaşında kaldık. Çok güzel vakit geçirdik ve hayalini kurduğumuz her şeyi yaptık. 

Ancak İstanbul, Onun hayal ettiğinden çok farklıydı. İstanbul'a girişinden itibaren, İstanbul bütün kirliliği ve pisliğiyle Onu karşıladı. Öncelikle Esenler Otogarı sonrasında İstiklal, Taksim ve Tarlabaşı.. Kalabalık ve sıcak, bu pisliğe karışınca gerçekten çekilmez bir hal alıyordu. Üstelik her şeyin pahalı olması da insanı şöyle düşündürüyor; "Bu rezillikte yaşayabilmek için insanlar neden çabalıyor?" Neyse bu başka bir konu.. Ancak şunu anlatmadan da geçemeyeceğim. Eminönünde vapur beklediğimiz bir vakit, Onun bana dönüp, "Evet insanlar yorgun, şehir yorgun ama bu güzel bir yorgunluk değil. İnsanlar acı çekiyor, bu şehir acı dolu." (Sevgilim o kadar iyi yüreklisin ki, o kadar güzel şeyler düşünüyorsun ki, insanları yabanileştirmiş bu şehir seni rahatsız ediyor. Böyle kötülük olamaz, bu kadar çıkarcılık olamaz diyorsun.)

Bu arada görüşme yaptığım şirkete kabul edilmiş ve en yakın zamanda işe başlamam istenmişti. Sevgilim Ankara'ya geri döndükten sonra, bir yandan ev bakmaya, bir yandan da işe gidip gelmeye başlamıştım. Günler geçip gidiyordu. Kaldığım evden iş yerime gidebilmek için 5'te uyanıyor, 9 da iş yerine ulaşıyordum. Dönüşte de 18 de işten çıkıp 21:30 da evde oluyordum. Adana gibi, en uzak yeri 45 dk olan bir yerde yaşayan biri için, bu şehirler arası yol demekti. Çok geçmeden iş yerime yakın, geçici kalabileceğim, eşyalı bir oda bulabildim. Hala o odada yaşıyorum ve çok küçük bir yere neredeyse bütün maaşımı veriyorum. 

Gay Mühendis